16 Aralık 2016 Cuma

Şimdi Vuslat Zamanı

Aralık gelince aylardan o gelir akıllara, mevsim vuslat zamanıdır şimdi. 

1071'de Sultan Alparslan ile açılan dünyanın en verimli toprakları olan Anadolu, Türk'ün yeni yuvası olmuştu sonsuza kadar. Bizim için yeni olan bu coğrafya iklimiyle, havasıyla, toprağıyla en güzelleri yetiştirdi her zaman. 

Nemrut'un ateşine gözünü kırpmadan atılmaktan çekinmeyen İbrahim vardı, Asya Hunlarını kuran Metehan, Avrupa'yı titreten Atilla geçti buralardan, şiirleriyle aşkı insanların kalplerine aşılayan Yunus Emre, hazırcevaplığı ve bilgisiyle Nasreddin Hoca, 3 kıtaya hükmedecek bir imparatorluğun temelini atan Osman Bey, çağ açıp çağ kapatan, kutlu nebinin sözlerine mahzar olmuş Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, aşkın sesini mesnevisi ve neyiyle dünyaya duyuran Mevlana, 7 düveli dize getiren Mustfa Kemal ve daha niceleri...

Küçük yaşlarda tanıştı bu topraklarla Mevlana. Babasından aldığı derslerle önce babasına ardından öğrencilerine hocalık yaptı. Bir pazar yerinde tanıştığı Şems'in ateşi sığmadı içine ve bir gün kavuştular birbirlerine. İçlerindeki ilahi aşk sığmadı bu topraklara..

Açtı kollarını iki yanına ve çevresindeki halka gel dedi, sen lazsın, sen çerkessin, sen Türksün, sen acemsin, sen müslümansın, sen hristiyansın demedi gel dedi. Sen sarhoşsun, sen putperestsin, sen atesistsin, sen işe yaramazsın demedi gel dedi içindeki mayayı ve güzellikleri görüp, baktığı her gözde ilahi sevgilisini gördü gel dedi. Döktü içindeki aşkı satırlara mesnevisini yazdı gel dedi, O'na kavuşmak arzusuyla herkese kucak açtı...

Kaldırdı sağ elini semaya, Rabb'inden ilmini istedi, aşkını istedi, O'na kavuşmak arzusu ile çalıştı çabaladı. Sahip olduğu ne varsa O'nun olduğu bilinciyle istedi Rabb'inden. Hamdı attı kendisini ateşlerin içine, O'nun ateşinde yanmak kavrulmak için... Kaldırdı sağ elini gökkubbeye istedi Rabb'inden aşkının sonsuzluğunu, ilahi olan aşkına kapılmak ve onda yok olmak istedi. Aşık olduğu, kavuşmak istediği Rabbi ile tek vücut olmak istedi her daim. Kendisine uzanan elleri boş çevirmeyen aşıkı boş çevirmedi onu da, uzattığı eline yağdırdı rahmetini, ilmini gönderdi Mevlana'ya, aşkını gönderdi, aşkın sesini gönderdi, istediği ne varsa fazlasıyla paylaştı Mevlana'yla.

Rabb'inin ona bahşettiği ne varsa bedeniyle, kalbiyle, ruhuyla yaşayan Mevlana sol elini halkına çevirdi ve köprüsü oldu aşık olduğu Rabb'inin. Sağ elini Allah'a, sol elini ise çevresindeki insanlara yönetti ve dönmeye başladı ilahi aşkın ateşiyle. Rabb'inden gönderilen ne varsa paylaştı çevresindekilerle. Onun sesini duyan çevresi kalabalıklaştı, önce kendi şehri Konya'da ünü yayıldı, ardından çevre illerde ve bütün Anadolu'da... Yetmedi koca topraklar Mevlana'nın aşkını karşılamaya. O döndükçe dünya ile birlikte, bir olduğu dünya da onu tanıttı bütün topraklarında. Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kim varsa kulaklarına ulaştırdı Mevlana'yı.

İnsanlara ilahi aşkı anlatırken tek bir arzusu vardı, çok sevdiği Allah'ına kavuşmak, O'na kavuştuğu günü düğün günü olarak tasvir etti her konuşmasında. Beyaz kıyafetlerini giyecek ve sevgilisine kavuşacaktı. Ben öldüğüm zaman ağıtlar yakmayın dedi, benim düğünümde insanların ağlamasını istemiyorum bir bayram gibi kutlayacaksınız dedi. Öyle de oldu. 17 Aralık akşamı akşam namazından sonra Maşukuna, ebediyete yolladığı Şems'ine ve Rabb'ine Kavuştu.

 "Takvimden bir yaprak daha düşüyordu. 17 Aralık akşamıydı... 
İki gündür sus pus olan Mevlâna'nın hâline kimse mana veremiyordu. Oğlu Sultan Veled babasını sırtından tutup yatağın içerisinde doğrultuyor, kâtibi Hüsamettin elindeki ıslak bez ile Mevlâna'nın terini siliyordu. Bir yandan da abdest için yüzünü, kolunu, ayaklarını yıkıyorlardı. Hastalandığından bu yana namazlarını yattığı yerden ima ile kılmak zorunda kalmıştı. Başını kaldıracak, oturacak dermanı kalmamıştı.

O akşam da namazını yattığı yerde gözleri ile kıldı. Yine sustu... Parmağı ile duvarda asılı duran Kur'an-ı Kerim'i işaret etti. Sultan Veled aldı, bez kılıfından çıkartacaktı ki "Çıkartma!" der gibi başını salladı. Göğsünü gösterdi. Sultan Veled ne demek istediğini anlamıştı. Kur'an-ı Kerim'i babasının göğsünün üzerine yavaşça bıraktı. Mevlâna kerpiç tavana bakmaya devam etti. Biraz zaman geçmişti. Odadakiler kendi aralarında konuşuyorlardı. 

Mevlâna birden bağırdı: - Susun! Ezanı dinleyin!
Sultan Veled: Baba ne ezanı, daha yatsıya çok var.
- Duymuyor musunuz ezanı,tanımadınız mı sesi? Ezanı okuyan Şems... Şems beni çağırıyor. Mâşuğum aşkın son yolculuğunda yolcusunu yalnız bırakmıyor...

Sultan Veled babasını kucakladı. Mevlana tekrardan konuştu: Oğlum duydun değil mi? Şems ezanımızı okuyor...

-'Allahu Ekber, Allahu Ekber.
Lâ ilâhe illallah..!'"

Mevlâna, Ezan-ı Muhammedi'nin son cümlelerini okudu ve başı oğlunun omzuna düştü.

Dünyadaki görevini tamamlayan Mevlana, o andan itibaren vuslatına ermiş sevdiğine kavuşmuştu. O günden sonra gelen her aralık artık Vuslat Mevsimiydi...